xDerin Sular 20 Öğretmen Bir Gün Çıldıracak

“Anne bak sana söylüyorum” diyormuş altı yaşındaki yeğenim Ünal: “Öğretmen bir gün çıldıracak’

Bir ay kadar -bir kaç gün arayla- tekrarlamaya devam etmiş bu sözü. Nihâyet bir gün eve girip çantayı fırlatmış bir kenara, “Ben sana demiştim anne” demiş: “öğretmen çıldırdı işte…”

İmdi:
Her gün işe giderken sokağın köşesinde karşılaştığınız adamın yüzüne tükürüp geçseniz ve hiçbir karşılık görmeseniz bunu ne kadar daha sürdürmeyi düşünürdünüz? Bana sorarsanız ‘bir daha aslâ düşünemeyecek hâl’ ile tanışmadan düşünmenizde fayda var.

Yaptığınız ya çok tehlikeli veyâ tamâmen tehlikesiz bir şey. İkisi arasında dehşetengiz bir fark olmakla birlikte tam otuz yıl devâm etseniz test etmeye maâlesef emîn olamazsınız bir sonraki denemenin sonucundan.

Adına sabır denen mefhûm muhakkak ulvî bir kıymet. Benim ulviyet göstergem böyle söylediği için… Göstergemse oldukça basit: ‘Maddî kâinâtımızda her hangi bir gerekliliği olmamak’. Hepsi bu işte…

Sevgi -daha doğrusu şimdilerde kimsenin ne anlama geldiğini anlayamayacağı aşk-, vefâ, sabır gibi kavramları -gelin- düşünelim biraz. Bana göre bunların hiçbirinin bildiğimiz kâinâtta bir gerekliliği yoktur. Bir hayvan, her gün yemek veren yaşlı kadını üç gün bulamazsa dördün

cü gün başka bir kapıya bakar. Hele bir de aradığını bulursa değmeyin keyfine. Bu mantıklı olandır da aynı zamanda. O halde bilinen kâinâtta yeri olmamak bu anlamda ‘hiçbir karşılık görmese, hattâ reddedilse ve hattâ aşağılansa bile’ demek olabilir.

Fertler için geçerli bu kavramların toplumsal boyutları da vardır. Cemiyetlerin de fertlere benzer davranışlar gösterdiği aşikâr olduğundan bugün bir ‘sosyal psikoloji’ bilim dalımız var. Peki cemiyetlerin sabrını denemek ne kadar emniyetlidir?

Kendi hesabıma fertleri denemekten biraz daha emniyetli olduğunu düşünüyorum. Belki fertlerin dıştan kolay anlaşılamayacak iç dünyâlarına kıyasla cemiyetlerin ele vereceği pek çok belirtinin bulunmasından kaynaklanır bu düşünce. Söz konusu cemiyetler olduğunda ‘sabır taşının’ ne zaman çatlayacağını kestirmek ferde kıyasla daha mümkün gibidir. İşte bu emniyet duygusuna kapılarak eylemci taraf genellikle fertler yerine görüş, cemaat vb. kitleleri hedef alır ve hedef kitlenin fertlerini tenzîh etmeyi ihmâl de etmez.

Doğrusu, bu genellikle işe yarar. Bu yaklaşımın bir tezâhürü genellikle şöyledir:
“Biliyorum, aslında doğrudan bizi hedef almıyorlar. Ama aramızda aslında bizi bile rahatsız edebilecek o kadar insan da -gerçekten- yok mu? ”

Yok mudur?

Gerçekten vardır. Ama ne zaman olmamış veyâ ne zaman olmayacaktır ki? Öyleyse aralarında taşıdıkları çürük elmalar yüzünden bir kasa elmanın karantinaya alınması veyâ imhâsı ne kadar, ne zamana kadar doğru ya da haklı bir tavır olabilir?

Bunu da ben söyleyeceğim galiba:
Bir deli çıkıncaya kadar.

Burada delilik aslâ küçümseyici veyâ aşağılayıcı bir anlamda kullanılmamıştır. Hani, ‘Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler’…

Bana göre en tehlikeli şey bir insanın sabrını test etmektir. Yine de eğer bunu deneyecekseniz, deneğin mümkün olduğunca ‘sabırsız’ olması tehlikeyi artırmayacak bilâkis en aza indirgeyecektir. Sabırlı bir denekten umulacak olan çok daha uzun süre ‘içe atma’, buna mukâbil baraj aşıldığında çok daha büyük bir patlamadır.

“Anne, bak sana söylüyorum” diyormuş ikide bir altı yaşındaki yeğenim Ünal: “Öğretmen bir gün çıldıracak”

Bir ay kadar ve birkaç gün arayla tekrarlayıp durmuş bunu söylemeyi. Sonunda bir gün eve girip çantayı bir kenara fırlatmış “Ben sana demiştim anne, öğretmen çıldırdı işte” demiş…

Dayanamayıp okula giderek öğretmenle görüşen anne nereden bilsin oğlunun yaramazlıklarıyla bunalan zavallı öğretmenin ‘çıldırdığı’ varsayılan gün, yeğeni bir güzel dövdüğünü…

Selçuk Bekar

Sosyal AğTweet about this on TwitterShare on FacebookShare on Google+Share on LinkedIn

Bir Cevap Yazın