Sorma ki ağabey: başımda duman,
Soframa koydular efkâr durmadan.
Bu üzüm damladı, şu karpuz aktı,
Mezarından mahzûn bir şehit kalktı.
Çıktı bak, rüyâmda ağlayan bebek
Âh, ben neyi teptim istemeyerek.
Haktı! Niyetim billâhi haktı:
O şehit ve bebek bu nârı yaktı.
Dâvâyı ben değil, eller bıraktı.
Ben, pınarı dağlarda arayan,
Su hayâlleriyle geçtikçe zaman
Makberî lezzetle tattım uykuyu
‘Körün leş bardağı’nda dipsizdi kuyu.
Nasıl bunca zaman kanla yıkanan
Kayaları sıkıp, sıkıp durmadan
Görmedim gözümde çağlayan suyu?
Sen çölde boğuldun, deniz kuraktı.
Körlüğümü delip aynandaki nûr,
Aklımı başımdan tatlı bir buhûr
Almasa gelmezdim aslâ peşinden.
Birlikte durduk yâ dün kapısında:
Rûhumuzda bir şimşek mi çaktı,
Bir çift göz, o camdan bize mi baktı?
Bitmiştin ağabey! Sen, çoktan bitmiş…
Hâlâ vâr olmanın ahmaklığından
Beni nâr bakışlı bir ahû yaktı…
Bakı 1992
Selçuk Bekar