Tespit doğru, sonuç yanlış…
Elbette yıkanamazsınız. Tesbîtinizin doğru olduğunu söylediğim halde söylediğinizin yanlış olduğunu söyleyebiliyorsam bu da şundan: Eğer nehre o gözle bakmaya kalkışırsanız nehrin dünkü nehir olmadığında haklısınız -olmasına- fakat ya siz dünkü siz misiniz? Dolayısıyla bu soru esastan bozulur. Eğer aynı siz olabilseydiniz ancak sorgulanabilirdi ‘sizin’ aynı nehirde ikinci defa yıkanıp yıkanamayacağınız. Ne yazık ki şimdi bu soruyu gündeme tekrar taşıyabilmek için ‘dünkü sizi’ bulmaktan başka çaremiz yok. Onu da ‘bugünkü biz’ bulamayacağımıza göre… (Bu kadar nokta bile az bu paragrafın sonuna)
Zavallı bilime çok fazla yüklenmeye hakkımız yok. Bazı kabullenmelerin zarûrî olduğu bir gerçek. Basit bir şekilde açmak gerekirse maddenin temel yapı taşı -olduğu düşünülen- atomun yapısının teferruatında bilgi fakiri olmamız ateşi yükselmiş bir çocuğa ilaç vermememizi gerektirmiyor. Gözlemlere dayalı bilimin de bir ‘gerekliliğinin’ olduğunu kabul etmeliyiz.
İlk iki paragrafın nerede buluştuğunu merak ediyorsanız, buluştukları ortak ortak nokta şurası: Ey insan. Kâinâttan bir cüz olduğun halde haddini aşıp bütünü anlamaya kalkışmanın sancısına katlanamayacaksan insanlığından hemen ferâgat et. Anlamaya çalıştığın şeyin -bir şekilde- kendisini anlamak için kullandığın yeteneklerinin de sâhibi olduğunu fark etmeden onu aşmaya çalışıyorsan hayvanlarda da bulunan bedeninden de ferâgat et. Çünkü üzerine aldığın yük bildiklerin kadar bildiğini bilmediklerinin de yüküdür. Ya, bildiğini bilmediğini bildiklerinin de yükünü taşıyabilecek kaç insan vardır?
Ortalıkta öyle sessiz dolaşıp buldukları otu yiyor, konuşmuyor, gülmüyorlar diye hayvanların bir şey bilmediklerini neden düşünüyorsun? Artık bilinecek bir şey kalmadığında sen evlâdına aynı heyecanla bir şeyler anlatma gayreti içinde olacak mısın?
“Baba, yağmur niye yağar? ”
Soruyu saf bir edâ ile soran sizinle kafa buluyor olmasın? Yoksa parmaklara takılmış bez kuklanın sâhibinin yüzündeki tebessümü artık görebiliyor musunuz? Neden bâzen dünün hayâtî önemdeki soruları çocukça gelir insana? Soru mu değişmiştir, soran mı, sorulan mı? Zamânı vâr eden eğer hâtırâlar ise -ki öyle olması kuvvetle muhtemeldir- adına ‘bir sâniye önce’ dediğiniz fakat artık gerçekliği kuşku götürür bir ânın hayâlinizdeki görüntüsü olmasaydı ne zaman geçecek ne de siz zamânın geçip geçmediğini düşünecektiniz. Gerçekliğini her şey gibi ilelebet yitirecek bu yazıya da fazla îtibâr etmeyin o zaman. Bunda da haksız olmazsınız.
Veyâ gelin itiraf edelim ki ne ben bu yazı yazılmadan önceki ben ne de sizler okumadan önceki sizlersiniz. O halde aynı nehirde ‘siz’ iki defâ yıkanamazsınız. Her sabah uyanıp perdeleri açmadan önce aynanın karşısına geçip yeni kendinize perdelerin ardındaki yeni dünyâya hazır olup olmadığınını sormanızı öneririm.
Bu yazının iç bütünlüğü hakkındaki endîşenize tamâmen katılıyorum. Bence de biraz kaotik. Fakat leblebi dolu bir tenceredeki tek nohudu bulmak için tencereyi boşaltmadan sistematik bir aramaya girişme şansınız çok fazla değildir. Onu eğer muhakkak o tencere içinde arayacaksanız rastgele karıştırmak zorundasınız. Daha atom yapısı hakkında kesin bilgileri olmayan bilim adamlarının gelişmiş organizmalar üzerindeki tahayyül ve tasarruflarını beyhûde bularak bu gayreti -bir başka yazımda- ‘damda dalaşmak’ diye aşağılayan ben de pişman olup tevbe etmeliyim belki. Yâni hep ezogelin, tarhana olmaz. Arada sırada aşûre çorbası da gerekebilir.
Afiyet olsun.
Selçuk Bekar