xEdebiyat 07 Ağlayan Çocuk

Öylesine seçtim, hemen seçtim, şimdi seçtim:

“UNUTMAK KOLAY DEMİŞTİN, ALIŞIRSIN DEMİŞTİN
ÖYLEYSE SEN UNUT BENİ, YETER Kİ BENDEN İSTEME
Gözlerimde yaş kalbimde sızı unutmadım seni
Unutamadım unutamadım ne olur anla beni”

O iki mısra özellikle büyük harfle yazıldı. Hani, nakaratı da hafif değil ama bilhassa o iki mısrada başka bir şey var. Oysa pek de sıradan sözler, değil mi? Tamam… İşte böyle çok sıradan gibi gelen ama içinizi dopdolu eden sözlere sehl-i mümtenî diyorlar.

Buraya kadar yazdıklarım burada kalsın.

Çocukluğumdan bir hatıra:
Her çocuk gibi biz de oyunlar oynardık. Her oyunda iyi olmak ve diğerlerini alt etmek çok kolay değildi. Oynadıkları oyunu önce iyice seyreder, sonra yanlarına gider, önceden planladığım bir iki değişik kuralı kabul ettirir (yani zemini ayaklarımın altına çeker) sonra girerdim oyuna. Elbette yeni kurallar benim başarılı olmamı sağlayabilecek kurallar olurdu.

Şimdi yukarıda bıraktığımız hususu da buraya, ayaklarımızın altına çekelim.

Yürekler yakan deyişlerle düştük bizler şiir derdine.
Hepimiz Yunus’ça söylemek istedik. Zaman geldi, bunun -öyle- istemekle olacak kadar basit olmadığını gördük. Onlarda, yürek yakan o kişilerde başka bir şey daha olsa gerekti: Bizde -belki henüz ama- olmayan bir şey işte…

Ne var ki şiiri sevmiştik bir kere. Yazmadan da yapamazdık. Onlar gibi de olamazdık belki ama şâir olmak bizim için hayâtın olmazsa olmazlarından biri haline gelmişti çoktan.

Benim, çocukluğumda yaptığımı onlar büyüdükten sonra yaptılar. “Mühür kimdeyse Süleyman o” idi nasılsa, uzanıp halıyı kendi ayaklarının altına çektiler. Kolay anlaşılandaki içsel derinliği yakalayamayan sığ kişilikler anlaşılması güç semboller arkasına saklanıp ”Cısss… Aslında ne kadar derin şeyler söylüyorum, ama bir türlü anlayamıyorsunuz” demeye getiriyorlardı.

Oysa anlayamadıkları, -onlar- harıl harıl Bruno’nun ağlayan çocuk resmini anlatmaya çalışırlarken resimdeki çocuğun zaten ağlamakta olduğuydu…

Kaç insan varsa yeryüzünde o kadar inanış, kaç insan varsa o kadar şiir anlayışı vardır. Ve ben çocukluğumda yaptığımı yapmak istemiyorum. Size ‘ağlayan çocuğu’ anlatmaya çalışmayı da reddediyorum. Ancak onunkine benzer bir hâlet-i rûhiye içine çekmeye çalışabilirim sizi.

Çünkü:

Onu anlamak istiyorsanız onun gibi ağlamak zorundasınız.

Selçuk Bekar

Sosyal AğTweet about this on TwitterShare on FacebookShare on Google+Share on LinkedIn

Bir Cevap Yazın