xObenizm -1- (Bir)

Bir

Zirveye mümkün olan en yakın yere kadar çıkıp park etti aracını. (Elbette ileride bu ‘araç’ meselesi sizi rahatsız edecektir. Fakat itiraf etmeliyim ki ben de bütün bunları sizi rahatlatmak için yazmadım. Ve işte bu yüzden, bu üslupla devam edeceğim.)
Ardında kalan dünyayı ona hatırlatacak her şeyi (tabiatıyla ardında) bırakıp yürümeye başladı. Hafif ve serin rüzgâr kolaylaştırıyordu çıkışını. En tepede, en yüksekte, yâni başka hiçbir şeyin daha yüksekte olmadığı bir yerde, hafif eğimli düzlüğün tam ortasında otların üstüne sırtüstü uzandı. Belki bu suretle artık bazı şeylerin daha yüksekte olmasına izin vermiş oluyordu ama, o kadar da olmasa istisnaların kaideleri bozmalarına kim engel olacaktı?
Gökyüzünü baştan başa dolduran parlak, titrek ışıklı noktacıklara dalıp gitti. Bir ‘ben’ olarak hatırladığı ilk şey de bu idi işte. Aralarındaki muazzam boşluklara rağmen aralarında boşluk kalmamacasına yoğun parlak ışıklı noktalar.
Çok geçmişte, çok uzakta büyük bahçeli tek kat kerpiç bir evin önündeydi şimdi. Elini tutan büyük, her şeyi bilen adam, ‘Bak oğlum’ dedi: ‘Bu bir uydudur. Bunları Amerikalılar veya Ruslar atıyor uzaya’. (Aslında o zamanlar uydu uydurulmamıştı. Peyk deniyordu ya,.. Uydu dedi sayın siz.) E,.. Nerede kalmıştık,.. Bir yıldız, gökyüzünü dolduran sayısız yıldızdan sadece biri, ilerliyordu gerçekten. Ve babası onun bir yıldız olmadığını söylüyordu. O bir makineydi. Onu insanlar yapmış ve oraya göndermişti. Hani, bakış o bakış, o günden beri, kendini bildi bileli, hep göğe bakardı.

Sonra hatırladığı son şeyi düşündü. Hayâtında hatırladığı son şeyi. İşte bu: Gökyüzünü dolduran yıldızlar. Biraz daha az gibi ama, kurtulması zor ışık kirliliğinden. Yoksa hepsi, hâlâ yerli yerinde duruyorlardı. (Tamam tamam hepsi değil ama ölenler kadar doğanlar da var.)
‘Başında yıldızlar’ dedi içinden: ‘Sonunda yıldızlar. Ve arada. Koca bir hiç,..’
Koca bir hiç çünkü; ‘bilmemiş’ değildi, ama biri çıksa, göster dese ‘biliş’i, üstünde ‘bu bilir’ yazan kağıt bile yoktu. ‘Bilir’liğin ‘var’lığı neydi?
Koca bir hiç çünkü; ‘yer tutmamış’ değildi, ama biri çıksa, ‘yer? ‘ dese, şu an, var demenin ‘var’lığı neredeydi?
Koca bir hiç çünkü; Hepsi bir yana, ‘Kimsin? ‘ deseler, ‘Ben’ demek ne ifade ederdi? Nasıl ve niye ben, ve ne malum Ben? Beni ifade eden; hüviyet adlı bir kağıttaki mavi çizgiler mi, yanında olmayan ‘Evet bu odur’ diyemeyecek adamın söylenmemiş sözleri miydi?
Arkadaş, ‘Ne diyor bu adam? ‘ deme. Kendine sor sen de, sorgula kendini. Elbette şüphecilik oynamaya gelmedik buraya. Bu koca tepeye ne bunun için, veya ne bunu hayal etme zahmetine katlanmak için tırmandık. Tamam ben oturmuş yazıyorum ama o adam ne sıkıntılara katlandı oraya çıkmak için. Oysa o istese tepe önünde oluşur, yıldızları istediği sıraya dizerdi. Peh,.. Arıyor olmazdı o zaman.
Bir sürü hayal kurmuşuz tıkır tıkır yazmışız ve adam tutmuş, yürüyerek çıkmış işte oraya. (Aaa,.. Kalkıp kanlı canlı mı gitmiş enâyi?) Hadi ‘Çıkmadı’ desene! .. Ne biliyorsun? Belki kalktık hakîkaten bir tepeye tırmandık sırf bunun için. Veya tırmanmadık da, rüyâmızda gördük. Yâni adamakıllı gerçek işte…

Niye olmasın ya? Bak okuyucu! Hani şu bir yerden düşüp yatağından sıçradığın rüyâ var ya, madem gerçek değildi niye korktun o kadar? Uyandığında bir yerini kırmadıysan, uyanıkken kırdığın bir yerini uyuyup sağlam görmekle bunun farkı nedir gel anlat hadi. Yâhu rüyânda iki kere uyandığın hiç mi olmadı? Her neyse, uzun uzun tartışmayı veya tartışmalarımı uzatmayı pek sevmem. Zâten sizinle tanışmıyoruz. (Valla hani şu yazdıklarıma bakarsak pek tanışacakmışız gibi de gelmiyor.)
Şimdi… O ‘ben’ (bundan sonra karışıklığa mahal vermemek için buradaki bana BenBen, oradaki ona Oben denecektir. Sonra bu da neyin nesi demeyin) tepeye, ÇIKTI işte. Tepede, sırt üstü yatmış yıldızlara bakıyor ve düşünüyor. Sinirli tabii, canı sıkılıyor, üzülüyor. Koca bir hayatı yıldız hayalleri bilim kurgu romanlarıyla geçirmiş de ondan. Hep okumuş. Okumanın iyi olduğu söylenmiş ona. O da inanmış ve okumuş. Ama bakın geldiği noktaya: Tepede otların üstüne yatmış, ‘Başında yıldızlar, sonunda yıldızlar ve arada koca bir hiç,.. ‘Kimim ben, neden varım, varlık nedir, yokluk ne? İyi, kötü, güzel, çirkin ve bilmek nasıl şeydir? ‘ Gibi şeyler sorup duruyor kendine… Yâni üzülür tabii. Bu kadar yaşayıp da daha kendinin kim olduğunu bile anlayamamışsa, bir zeka sorunu falan vardır. Öyle değil mi?
Ama yoktu. Yâni zeka sorunu. Bunu etrafındakilere kıyasla biliyordu. Zeki insanların yapabildiği var sayılan şeyleri yapabiliyordu ve zeki olduğu varsayılan insanlar onu zeki olduğu varsayılanlar kümesine alıyordu. Bu durumda o zekî değilse o zaman etraftakiler de kendi zekâ tanımlamalarına göre zeki olamayacaklarından vasatî anlamda yine zekiler sınıfında kalması garanti bu adamın.

Her neyse, şimdi Oben sorguladıklarının cevabını o tepede bulamayacağını anlayıp kalktı, üstünü başını temizledi ve o aynı hafifçe esen serin rüzgar var ya, hoş, hâlâ niye esip duruyorsa, (BenBen tarafından devam ettiği var sayıldığından olsa gerek) , aynı rahatlıkla yürüyüp arabasına döndü. Veya belki BenBen dönmüştüm(dür) . Çünkü biliyorsunuz tepeye de Ben çıkmıştım. Sırtüstü yıldızlara bakarken bilgisayarda yazılamayanların kafası karışmasın diye bir oben ve bir BenBen olduk(lar) Sizin anlayacağınız; ikimiz de hep yıldızlara bakardık, ikimiz de aynı şeyleri sorar dururduk. Öyleyse aynı kişiyiz. (Ama klon değiliz.)
Ha, klon deyince, klonlanan kişiyle klonunun aynı kişi olacağını zanneden süper zeki gerzeklere tek yumurta tek sperm ikizleri kıs kıs gülüyor ilk insandan beri haberiniz olsun. (Fesuphanallah… Bunu gerçekten bilim adamları iddia ediyorsa o halde insan hem aptal hem süper zekî olabiliyor. Muhteşem! ..) Ama biliyoruz ki zeki olmaları mümkün değil. O ses her babayiğitten çıkmaz çünkü.
Şimdiii bu arkadaşın zeka sorunu yoktu efendim. Ama, sorunları vardı tabii. Hatta bazıları bundan illallah bile demişti. Çok hayal kurar, çok rüya görür, tutar hepsini de anlatırdı arkadaşlarına, dinleyeni düşünün. Görmese yaşamamış olacağı bir sürü tuhaf rüyayı dinleyip kafasında canlandırınca onlar da yaşamış olur ve sıkıntılar

ı artardı.
Bir gece gençlerin bulunduğu yemekli bir davetten çıkmıştı. Fuat adında bir arkadaşıyla. Sokağa çıktıklarında kapı önünde bir karışıklık, kalabalık ve polis arabaları olduğundan arkadaşını bir an gözden kaybetti. Sokağın ilerisinde yürüyen uzun boylu birini ona benzetip koştu peşinden. Ama Fuat olduğunu düşündüğü kişi bir yan sokağa döndü ve araları açıldı.
Köşe başından baktığında aynı kişinin ara sokağın epeyce aşağılarında yürüdüğünü gördü. arkadaşı olduğundan emin olmadığı için geriye döndü, geldiği yolun üst tarafındaki hafifçe tepe bir yere çıkıp etrafa bakmak istedi. Çıktı. Baktığı yön boştu. Geri döndü, şehre bakıyordu ama umduğundan yüksekte buldu kendini. Tekrar geriye döndü, tepenin arka tarafı uçurum gibiydi. Şehre bir daha döndü evler ufak görünmeye başladı gözüne. Sonunda baktı ki kendi etrafında her bir dönüşünde bulunduğu yer yükselip duruyor, inilecek hali kalmadı, ‘ya zaten rüyaydı. Uyanayım gitsin’ dedi ve uyandı…
Bakın işte, size de aynı şey oldu ve bu tür bir rüyayı dinlemiş durumdasınız. Ama üzülmeyin bu rüya ilerde işinize yarayabilir.
Niye uyanmaya karar veriyorsun arkadaş? Bu kararı vermesen Gül gibi yaşayıp gidiyordun. Uyanayım dedin hepsi rüya oluverdi birden. Şurada mesleğimiz var üç beş kuruşumuz var. Ya tutup uyanayım dersek noolacak peki? ..

Biz geriye, tepeden inen Oben’in arabasına bindiği yere dönelim. Fazla gecikirsek sıkılabilir değil mi? Tamam. Sinirlenmeyin. Döndük. Camdan içeri bakıyoruz. Arkadaş arabada. Bir eli direksiyonda, ağzında bir sigara (Rol icabı değil. Gerçekten içiyor. Bu çok içer (Hem o içtiği, hem onu yazarken ben içtiğim için ben bir yalancı ol

mayabilir miyim? (Bu parantezleme işi burada anlatılmak istenen hususu yeterince vurgulamıyor!))) Parantezlerin üçü de kapandı dikkat. Gerçekliğin sizin bulunduğunuz yerden bir tek parantez ilerisinde, sizin ‘hayal’ dediğiniz yerdeyiz: Diğer elinin işaret parmağıyla bizi beklerken torpidonun üstüne tık tık diye vuruyor. Çok yaptığı bir numaradır. Genellikle kendisini dinletebildiği insanlarla arabada giderken bunu yapar ve, ‘Bu rüya değil. Buradayım. Etraftan geçen evler var. Elime dokunabiliyorum. Bu gerçek…’ gibi şeyler söyler. Ne münasebet efendim. Tabii ki bunu boşuna yapmıyor. Şimdi elinizdeki kitabın kalan kısmına dudağınızı büküp bakarak ‘Kalan şu kadar sayfa da hep böyle mi? ‘ diye aklınızdan geçiriyorsanız, üslubu beğenenler için ‘Evet’, pek tutmayanlar için ‘Hayır’ diyorum. Bu arada, kalan sayfa çok mu? Yâni çok yazmış mıyım? Daha ben üçüncü sayfayı yazıyorum da,.. Eee, şunu diyecektim. Arkadaşın oraya tık tık yapması gerçekten çok önemli. Çok… Oben bulunduğu gerçeklik boyutunu sorguluyor o esnada. Nasıl olduğunu onunla şehre dönerken anlatayım.
Dönüyoruz şimdi. Arkadaş kullanıyor arabayı biz arka koltukta laflıyoruz. Şimdi bu arkadaş lise çağlarından beri böyle arada sert zeminlere tık’lar. O zamanlar solipsizm diye bir şey duymuştu da. Kişinin kendi şuurundan başka bir ‘gerçek’ bulunmadığını, bunun dışındaki her şeyin kendi benliğinin ürettiği sanal şeyler olduğu fikri hem cazip hem itici gelmişti. Cazipti çünkü kâinat demek o demek oluyordu. İticiydi çünkü kendi malı olan şeye laf geçirememek tepesini attırıyordu. Hatta bazen bu kendisine ait tasarım onun hayatta tasarlamayacağı şeyleri yapmak gibi program dışı sapıklıklara bile düşebiliyor

du. Günün birinde sadece elindeki bir gazete yüzünden girdiği yanlış sokakta meydan dayağı yiyince, ‘lan böyle solipsizme de’ gibi kelimeler bile dökülmüştü dudaklarından.
Ama ortada kendi benliği merkezli bir durumun olduğu da kolayca inkar edilebilir gibi gelmiyordu. Hayır. O noktada bir tezat yok. Tezat ‘yok’un tanımsızlığında. Yâni yoku tanımladığınızda yokluğunu yok etmiş olmakla ilgili. Bilmem anlatabiliyor muyum? Hayır diyorsunuz. Ben de bunu söylemek istemiştim. Bunu anlatamam. Şunu düşünün: ‘Ben var olduğum sürece her şey var eğer ben yoksam hiçbir şey yoktur’. Fazla bencil olmamak için siz bazlı düşünüp sizcil konuşursak: Siz hiç olmasaydınız, ne ben, ne de kâinat, hiçbir şey olmayacaktı. Bu doğru, fakat rahatlatıcı değil. (Bu noktaya lütfen itiraz etmeyin. Siz hiç olmamışsanız sizin idrakinizdeki kâinat nasıl olmuş olabilir?) Çünkü egomu rahatsız ediyor. Ben olmasaydım hiçbir şey yoktu daha iyi. Ben yoksam, başka şeylerin yine de mevcut olması mümkün gibi görünse de bu ilim benim alemimde ve onu idrak edemiyor. Yokta bir ilim olabilseydi o sadece yokluğu tasdik edecekti. O halde bu kâinat var çünkü siz varsınız. O halde bu kâinat var çünkü ben varım.
Bir dakika. Şimdi kafam takıldı: ‘Aynı şeye eşit olan iki şey eşittir’ de, aynı bütünü ‘var’layan iki şey neden aynı şey değildir? Yâni madem ki ikimiz de aynı kâinatı var’lıyoruz,.. Siz ve ben aynı kişi olmalıydık. Tüh, tipe bak ya, hayatta olmaz. Kend

im kalmak istiyorum. Şaka bir yana, burda ciddi bir mesele var. Bunu düşünmeliyim. Çözersem konuşuruz. Nasılsa aynı kişiyiz iyi mi,.. Hay Allah,.. Bu ben olsam, aynı anda aynı şeyleri düşünüp hissetmemiz gerekirdi. Alık alık okuyor yazdıklarımı. Ben değilsem, bu iki kâinat nasıl şak çakışıp barışmış? Nasıl olur ya? .. Yoksa çakışmıyor mu?
Boş ver abi ya, o zor konu. Şimdi demek ki bu arkadaş var ya, tıklıyor ama aynı zamanda sayesinde kâinatımız var olmuş oluyor. Üstteki soru yanlış çıkarsa, işi iş, o zaman o öyle zannediyor, bu delinin biri. Hayırlısı bakalım. Nitekim, bir gün bir psikiyatra hem de kendi ayaklarıyla gitmişti arkadaş. Ona dedi ki; ‘Ben deliyim.’ Tabii öyle avam gibi söylemedi. Kendisinin de meslekten olduğu belli olsun diye, ‘Bende paranoid şizofreni alametleri görüyorum’ dedi. Paranoid kelimesine takılmayın. Pek iyi bir şey değil. (Bir dakika, o elinizdeki kitabı ben yazmıştım. Neden ona bakıyorsunuz? Yüzünüzdeki ifade de hoşuma gitmedi. Yoksa beni takip mi ediyorsunuz?) Psikiyatrı (ona gittiği anda olmuş olan kişi) ‘Bu’ dedi; ‘Her şeyi değiştiriyor: Öyle olduğunuzu söylediğiniz anda, öyle olmuş olmuyorsunuz.’ Çok doğru! Doktorun böyle diyeceğini bilmese o da gidip ‘deliyim’ falan diyecek değildi zaten. Yok ya, merak etmeyin önceki paragrafa takılıp kalmış değiliz. Haklısınız yokun kendini yoklamasına benziyor ama bu başka şey. Burada doktor demek istiyor ki; ‘Deli kendinin deli olduğunu bilmez’. Şöyle de diyebiliriz; ‘Deli olduğunu bilen kişi deli değildir’. Yâni niye ya, o deli aptal mı ki kafası basmıyor deli olduğuna. Öyle değil tabii, onun yaşadığı dünyada bir mantık zinciri kopması falan yok ki, o kendine göre çok tutarlı bir alemde yaşıyor. Bakalım bu durumda ne

oldu:
Hayır güzel kardeşim. Yokun yoklaması mıydı neydi o,.. O değil, ‘ben’lik ırgalaması yapıyoruz. Şimdi deli deli oldu çünkü bizim doğrulara eğri dedi. Tutturdu benim doğrum bu diye. Bakınız önceki fikir uçuşmalarına, eşittir, kendine bir alem çizdi. Şimdi o alemde ben de olmalıyım ki burda bir deliden bahsediyorum.
Lan, koptum ya,.. Ne diyecektim?
Ha, o, bir âlemi var’ladı yâni. Fakat onun âlemi bizimki gibi değil. Bu noktada tezat gibi görünen şey tezat değildir. Şunun için: Büyük bir ihtimalle bizim deli bizimle konuşurken bizimle konuşmuyor. Orada bize karşılık gelen bir dublör kullanıyoruz. Veya biz yine biz oluyoruz ama biz ‘kaf’ diyoruz deli ‘kef’ duyuyor. Hayır kulağı sağlam. Bence beyni de sağlam. Yanlış dünyaya gelmiş iyi mi. “Yâni bütün deliler uzaylıdır.” Ne alâka ya, şunu okuyorsanız sulandırmayın. Yok okumuyorsanız sulandırmayayım. Yâni yapmayın böyle abi ya,.. Alem çakışması oluyor, zamanda geçişme işe karışıyor, düşüneceğiniz düşünülmüş oluyor ve ben de dağıtıyorum. Yok öyle; ‘Dağda bir ağaç yanında kimse yokken devrilirse ses çıkar mı’. O konuları biz de okuduk her halde. Bence çıkmaz üstelik. İsterseniz kuantumculara sorun. Hayır kuantum teorisini tabii ki tam anlamadım. Adam yazmış oraya ‘Kuantum teorisini tam olarak anladığını söyleyen muhtemelen hiçbir şey anlamamıştır’ diye. Deli miyim ya! .. (Yâni,.. Bugünlük, değilim ama hadi hayırlısı,..)
Yok ya iyi dağıldım. Bugün daha fazla yazı çıkmaz. Kendileri olmayınca olmayan kâinatları çakışıp da aynı kişi olmayan kişilerin ‘nasıl’lığı ve, kâinatları bir şekilde çakışmış bulunduğu halde aynı gibi görünen bazı kâinatların ayrı olabileceği konusunda kalmıştık…
Olur mu olur. Ne olmuyor ki…

Selçuk Bekar

Sosyal AğTweet about this on TwitterShare on FacebookShare on Google+Share on LinkedIn

Bir Cevap Yazın