Öyle bir soru var mıdır ki ‘Cevâbı sorunun nedeni olsun. Yeniden sorulduğu ancak cevaplandığında anlaşılsın…’
Gerçekten varım değil mi? ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ kâbilinden değil. ‘Sâdece olmak’ tan bahsediyorum. Bu akşam olduğu kadar; yarın sabah, yarın sabah olduğunda da bu akşamla birlikte…
Nüfus cüzdanı denen şey olmasaydı keşke. Ehliyet, kimlikler, gün, ay ve yıl… Hani, şu ‘doğum tarihleri’… ‘Beni bu güzel havalar mahvetti’ mi demiş adam? O bu târihten haberdar değil miymiş? Beni bu târihler mahvetti oysa. Hâyır. Yaşlanmaktan, yaşlanmaktan korkmaktan korkan kim? Mesele yarın sabahta olduğu için bu akşamda zâten. Düne evet, evvelki güne, bir ay, bir yıl, yıllar öncesine de. Ama sizler, bu duvarın, trenin önünde ne kadar acımasız durduğunu hâlâ fark etmediniz mi?
Hepsini unutmuş olsa bile, alık alık (veya tatlı tatlı, ne farkı var?) bakan, o avuçları yumru yumru şeyi (varsa eğer o zaman) idrâkimin bağrına basmaya hazırım. Hani, dokuz ay daha. Ama sonra? Olunmaz ki… Belki sâde, yalın bir tablo ama aslâ basit değil, Bugün varım. Yarın, sonra ve sonraların sonrasında da olacağımı (nasıl olduğunu bilemediğim bir şekilde) biliyorum. Ama doğum târihimde oluyor ne oluyorsa…
Ölünce değil…
Kendime şunu sormadan edemiyorum:
‘Varlığım, olmama halimi ebediyen imkânsız kılmışsa mevcut olmadığım bir hâlin herhangi bir gerçeklik durumu da şu anki varlığımı imkânsız kılmamış mıdır? ’
Ya siz? Siz de kendinize zaman zaman sormaz mısınız böyle şeyler? Bakın ben akıllandım. Bence sormayın. Şimdi şöyle düşünüyorum. Size de, şiddetle telkin edebileceğim tek bir düşünce var:
Belki de bataklığa direnmenin tek yolu battığını kabullenip, direnmeyi terk etmektir.
Ne dersiniz?
Selçuk Bekar